Kuşakların İç Sesi
Elimde hala pazartesiler var.
Onlar da varlarsa.
Başka?
Benimle başlayıp,
Seninle biten cümlelerim var.
Yalan söyledim, yok öyle cümlelerim.
Çünkü
'Ben' üçgeninin
İç açıları toplamı yüz seksen değil.
Pisagorla seks yaptığımdan olsa gerek.
Böylece bir şarkıda daha çok tını da duyabiliyorum.
Dilimin varmadığı yere de,
Parmaklarımı götürüyorum ki,
Böylece seninle sevişebiliyorum.
Artık yazı yazmıyorum,
Söyleşilerimi kayda alıyorum yalnız.
En güzel ben diyorum bazı isimleri.
Ege mesela.
Efendim
N'aptın ve niçini diğer soruluş şekillerinden daha çok seviyorum.
Kimin ne sorduğunu da daima hatırlıyorum.
Bir insan sigarayı başlamadan bırakabilir mi merak ediyorum.
Ders alarak.
Annemin fotoğrafı düşüp ters dönmüş, üzülüyorum.
Bugün birine sözlerimle tokat vurmak istedim.
Sözlerle de tokat vurulabilir mi? soruyorum.
Saldırı saldırandan mıdır mesela?
Yaralamak istediğin herkesi yaralayabilir misin?
O halde iyileştirmek istediğin herkesi de iyileştirebilirsin.
Kendimi yaralamak istemediğime eminim yalnızca.
Milyonlarca kez kendimi yoğun bakıma yatırmışlığım da olsa.
Nedense hasta ziyaret saatim olmadı.
Basit sözcüklerde arıyorum eksiklerimi.
Salağım mesela.
Tuhafım.
Çok sık komiksin dendi bu hafta bana.
Ne hissedeceğimi bilemedim.
Çok teşekkürler dedim.
Ne diyeceğimi de bilmiyordum.
Yirmi üç yaşındaydım .
Bir haftada iki kez zıvanadan çıktım.
Bu yaşta zıvanadan çıkılmaz demiyorum,
Ama bu yaşta olan'ları bir bir sayıyorum.
Kaç dinamikte hangi yollarla incindiğimi dahi.
Zamanında analitikliğin bir dozu vardı korktuğum
Şimdi ben orada, overdose'um.
Yirmili yaşlarımı ilkokuldaki sticker koleksiyonumdan daha iyi sakladığım kesin.
Keşke stickerlarımı saklasaydım.
Sarı loş ışığın altındayım genelde.
Sınıfsal olmamasını seviyorum.
Sınıfsalsa bunun üzerine de tartışırım.
Ama
Sarı loş ışığın
Küçük soluklu aydınlığında
Akşam sefası çiçeklerinden bahsetmek istiyorum hep.
Çok uzun süredir kimse bana en sevdiğim çiçeği sormadı diye.
Fleabag sahnesi gibi şimdi çat diye biri sorsa ne hoş.
Hayat ne hoş ya.
Çünkü bazen zorla bile olsa dans ediyorum.
Olasılıklar için bel ağrısı çekiyorum.
Güneşe süsleniyorum.
Çıkıp güneşlenecek olmaya.
Kaç kişi ağaçlara selam verirken suç üstü yakalanma olasılığı yaşıyor?
Parmak kaldırsın!
Öyle değer veriyorum ki sözcüklere
Bir gün bu yazıyı okusaydım
Henüz bu satıra ulaşmadan
Ya göğe ya gizli gizli
Ama parmağımı kaldırırdım
Sözcüklere inanmıyorum
Demiştim on yedi yaşımda.
Hangi uzvum ne kadar büyümüş daha net görebiliyorum herhangi bir aynanın gösterdiğinden
Şimdi, görüyorum, büyüdüm.
Sözcüklere inanıyorum.
Hatta sadece onlara.
Sözcüklere değil gördüklerime insansam ilişkilerimde faydası dokunur.
Çok da kadim bir bilgi değil.
On yedi yaşımda sözcüklere inanmıyor değildim aslında
Duyduğum 'o' sözcüklere inanmıyordum sadece
Bu kadar basit.
Olağanüstü hal ilan ediyorum !
Olağanüstü hal ilan edildi kafamda.
Şimdi fark ediyorum ki sözcüklere inanmayı bırakmalıyım.
Galiba yalnız kendi sözcüklerime inanmalıyım.
Ben artık güven problemleri olan biri ilan ediyorum kendimi, sancımadan, görmeden inanmamayı seçiyorum.
Onun dışında gözüm ne gördüyse o.
Yine yenilendim naptım sorarsan.
Bir pazartesi hayatımı yeniden inşa ettim.
Diyet yiyecekler aldım.
Proteinimi sayıyorum.
Olduğum kişinin bir kısmı tamamen lisans eğitimim sanırım.
Akademisyenlerimle alışılagelmedik bağlar kuruyorum.
Biriyle sancıyoruz,
Biri kendi kendine sancıyor.
Herkes kendi kendine sancıyor.
Ben öğrendiğimden size soruyorum;
Her kuşağın iç sesinin farklı olduğunu biliyor muydunuz ?
Bilemezsiniz
Ben de bilemem
Çok okultist bir bilgi bir noktada.
Ama her kuşağın iç sesi farklıdır.
Doğru, her kuşağın egosu öz benliğine o kadar kaba davranmıyor.
Kimi kuşak cinsiyetiyle sancıyor.
Hem de nasıl !
Kimi kuşak kendisiyle ne yapacağı konusunda sancıyor.
O kişi olma!
O şekilde giyinme!
O riski alma!
En kötüsü onu deneme diyen iç ses galiba, bırak da deneyeyim be kardeşim.
Neyse kuşakların iç sesi üzerine zaten makaleler yazacağım.
Ya da ruhumun kapüşonlusu üzerindeyken;
Sokaktan,
''Taze Boza!''yı duymanın
Ne hissettirdiği üzerine şiirler.
Yazılmayı bekleyen onca eskiz kağıdı var kafamda.
Gelip çatan ve kendisini yazdıran bu oldu.
Koskoca yazı birkimimde en çok kullandığım sözcük ikilisi kendisini yazdıran olabilir.
Bir gün bütün yazılarımda toplam kaç kez ''ben'' demişim.
Kaç kez ''sen'' demişim sayacağım.
Elbette daha çok ben demiş olacağım.
Başka şeyleri de sayacağım;
Kaç gram protein aldığım,
Ve yeni küpelerime bu ay ne kadar harcadığım gibi.
Bir sonraki şiirimin ismi belli oldu aklımda.
Ne derin ne sığ olmalı
Ne Derin Ne Sığ
Çünkü olmasa içimde sızı
Her şey aslında ne derin
Ne de sığ
Yalnızlık sözcüğünün en derinlerine indiğimizde (biraz medeniyet tarihi psikoloji ve sosyoloji bilmek de gerekiyor elbette.) karşılaştığımız yoğun bir idea var. Neyse, işte yalnızlık sözcüğünün insan olmakla birebir ilgisi olan bu derinliğinde bir yerlerde; her şey kendisinin zıttıyla varolduğundan özümüzdeki bu devasa yalnızlığa opozitliğin yanıtı 'kendi kendinelik' oluyor. Kendi kendineliğin derinlerinde; hislere ve düşüncelere gözlemci olabilmiş biri şunu anlamalıdır ki bireysel farklılıklarımıza varmadan önce, kuşaksal farkları anlamak ve bu farklı kuşaklardan olma insanların zihinlerini terbiye ediyorlarken (keza deniyorlarsa) çok farklı içeriklerle, düğümlerle ve döngülerle karşılaştığını anlamak daha önemli bir adımdır.
Yorumlar
Yorum Gönder